Bayan Mei pankreas kanseri tanısı konulduğunda bir süre hastanede yatmış ve belli bir seviyeye kadar iyileşme sağlanmış. Ancak kısa sürede kanser takrarlamış ve eskisinden de beter olmuş, birşey yiyemez ve nefes alamaz hale gelmiş.
Dışardan besleyerek ve oksijen tüplerine bağlı bir şekilde 22 gün hastanede kalmış. Doktorlar ameliyat kararı almışlar. Hayatta kalma şansı düşük olduğu için ameliyat olmayı reddetmiş. Kızı hemşire olduğu halde o bile üstelememiş. Kocası ise İlaçsız Hasteneyi araştırıp oraya gitmesini tavsiye etmiş.
Kocası daha önce bronşitini 2 sene boyunca Çigong yaparak yenmiş. (peki neden 2 sene boyunca karısına bundan bahsetmemiş? Sanırım kendi üzerindeki tam iyileşmeyi görmek istediğinden)
Bayan Mei son çare olarak Çigong yapmaya karar veriyor ve Merkeze geliyor. Ayağa kalkamasa da yatakta imgeleme yoluyla hareketleri ve nefes çalışmalarını zorlukla da olsa sebatla yapıyor. Zamanla uyku düzeninin oturduğuna şahit oluyor ve hala hayatta olduğuna şaşırıyor.
Dışardan yemekle beslenen ve yatalak birinin nasıl Merkeze geldiğine şaşırıyoruz. Buraya hemşire kızlarının eşliğinde sadece 3 günlük ilaç takviyesiyle geldiklerini söylüyor. Peki ya Çigong fayda etmeseydi? Bunu akıllarına bile getirmeye niyetleri olmadığını söylüyor.
Bayan Mei büyük ihtimalle buranın da bir hastane gibi tam teşekküllü olduğuna inanmış yada son çare olarak bunun fayda getireceğine o kadar inanmış ki, dediği gibi arkasında bıraktığı tüm köprüleri yıkarak buraya zihninde iyileşmeyi gerçekleştirmek üzere adım atmış. Zihni ve bedeni bir olup savaşı birlikte kazanmışlar. Bu tarz imkansıza yakın hikayeleri dinledikçe insanın tüyleri diken diken oluyor ve kendi cinsine karşı hayranlığını ve “bir” olmanın hazzını daha çok hissediyor.